9 Ocak 2011 Pazar

LOBOTOMİ




Yazı İle Ekran Üzerine – Yapılan deneyde, uyuklayan 100 maymunun üzerine doğru muz atılmasıyla, 99’unun muzu havada kaparak hızla yediği görülmüştür. Geride kalan tek bir maymunun tepkisinin önemi yoktur.

Yusuf İstanbullu bir sütçüdür. Akşam eşi ve çocukları ile birlikte CNN Türk’te oynayan Mehmet Yaşin’in sunduğu “Yol Üstü Lezzet Durakları”nı seyretmektedirler. O an Adıyaman’da bulunan Mehmet Yaşin uğradığı lokantada, lokanta sahibi lezzetli ve taze süt bulamamaktan şikayet etmektedir. Yusuf yattığı yerden hızla doğrulur ve kendi sütünün ne kadar lezzetli ve taze olduğunu aile bireylerine anlatmaya başlar. Birdenbire susar ve aklına çılgın bir fikir gelmişçesine ahıra doğru koşar. Bir pet şişeye doldurduğu ılık ve taze süt ile geri gelir. “Sütümün tadına baktırmalıyım” diye heyecanla kekelemektedir. Hızla giyinip, aile bireylerinin itirazlarına aldırmadan “iki üç güne dönerim” diyerek, Adıyaman’a gitmek üzere otogarın yolunu tutar.

Uzun bir yolculuktan sonra Adıyaman’a varır. Lokantayı bulmak içinde bir süre zaman kaybeder. O anda lokanta sahibi yoktur ve akşam gelecektir. Sabırla beklemeye başlar. Adam geldiğinde heyecanla, kendini tanıtmadan elindeki pet şişeyi uzatır. Geçen süre içinde süt tadını kaybederek bozulmuştur.

Sütçü Yusuf hayal kırıklığı içinde, elinde pet şişesiyle gerisingeri İstanbul’un yolunu tutar. Eve beklenenden erken gelmiştir. Anahtarıyla kapıyı açıp girdiğinde, yatak odasından gelen tuhaf sesleri duyar. Koltuğa oturup televizyonu açarak, pet şişedeki bozulmuş sütü yudumlamaya başlar. Sehpanın üzerinde yenmiş muzların kabukları durmaktadır. CNN Türk’te Mehmet Yaşin’in sunduğu “Yol Üstü Lezzet Durakları”nın tekrarı oynamaktadır. Aynı yeri yakalamıştır yine. Lokanta sahibi, lezzetli ve taze süt bulamamaktan yakınmaktadır. Pet şişenin içinde kalan sütü sallayarak seyreder bir süre. Birden ayağa kalkar. Aklına parlak bir fikir gelmiş gibidir. Pet şişe elinde olduğu halde, evden geldiği gibi sessizce çıkarak sokağın kalabalığına karışır.

********************************

Anlaşılabilirliği köreltilmiş tüm metinlerle yüklü bir at arabasının üstünde, yedi yıllık cilt yaraları ile sabırla yatan adamı havaalanı dış hatlara sokmaya çabalayan iz sürücü. At arabasının tahta tekerleklerinin her bir göbeğinde çift tarafı da keskin bıçaklara takılan insan dizi, baldırı parçaları. Bu bıraktığı kanlı izden kolayca takip edilebileceğine rağmen alabildiğine umursamazlık, hem sürücüden, hem de diğerlerinden.

Evrene tutunabileceği tüm uzuvları köreltilmiş, cildi yaralardan kabuk bağlamış kokan adamın başını kaldırıp at arabasından dışarı bakma çabası. Peşisıra başlayan delice bir yağmurun tüm yaralarının kabuklarını yumuşatması. Yumuşayan kabuklardan burcu burcu yayılan kokunun, az ötede görünen gökkuşağının da etkisiyle ince bir dirence dönüşüp, yatan adama bir fısıltı hakkı vermesi: ''Sürücü, döndür beni.''

Kırmızı ışıkta duran sürücünün 4 yağız atına hayranlıkla bakan yan arabadaki kızıl saçlı kadınlar. Yeşil ışıkla beraber at arabasına yanaşmaya çalışan kadınlı arabanın sağ tekerleklerinin parçalanarak takla atması. Kızıl saçlı kadınların, patlayan arabayla ilk kızıl saçlarının tutuşması. Dış hatların kapısında çıkan yoğun problemlerin çözümsüzlüğü karşısında son kez fısıldayabilen yatan adamın fısıltısı: ''Döndür beni.''

Dış hatlardan evrene açılan gizli kapıyı yalnızca kendi görebilen sürücünün son bir çılgın hamleyle kırbaçlayıp yağız atlarını, sürmesi dış hatlardan içeri. İleride silüeti gözüken, evrene açılan gizli kapının gıcırdayarak açılması. Hızlı bir geçiş sonrası herşeyin normale dönmesi aynı hızla.

Sürücünün Dönüşü: Bütün metafiziksel yanılsamalara rağmen gayet olağan yollardan sürücümüz evine döner. Yürüyemeyen kızı can sıkıntısından, bakışlarıyla bir bardak dolusu sütü masadan taş zemine düşürür. Sürücümüz kedisi olmadığından bir kedi ustalığıyla zemindeki tüm sütü yalar ve doyar. Sigara içmekte olan karısı hala söylenmektedir. Sürücümüz sağır ve huzurlu bir görüntü çizerek kitaplığına doğru yönelir. Ucuz bir romana eli giderken huzuru bir kat daha artar. 43 dakika önce, cilt kanserine yenik düşen orta yaşlı bir adam Çapa Tıp Fakültesinde gözlerini açılmamacasına yummuştur.

*******************************

Baltalar elimizde, uzun ip belimizde. Sebebi ne sence?

Kendimle satranç oynuyorum. Rakibimin bir sonraki hamlesini bilmek beni rahatlatıyor. Karşı sandalyeye geçtiğimde bu rahatlığım yerini sıkıntıya bırakıyor. Tuhaf bir sırıtmayla aynadaki aksime ve rakibime bakıyorum. Siyah taşlarla, beyaz taşları itina ile yer değiştiriyorum. Artık yerimden kalkmama gerek yok. Belden aşağısı olmayan ve devamlı kan kaybeden biri için ne büyük bir buluş! Pencereden aşağı bakıyorum. Enişte bilyeli tahta yaptırmış, koltuğunun altına almış dış kapıya doğru mutlulukla yürümekte. Açmasam dışarıda olduğumu sanabilir mi? Kanlı bir iz bıraksam, ağır yaralı bir sürüngen gibi bir çıkmaz sokağın sonuna kadar varıp? Bilyeli tahta. Hiç yoktan iyidir. Tekerlekli sandalye var level atladığım zaman. Ondan sonra da elektrikli sandalye...

********************************

Olanları hatırlamadığını söyleyen tavşanın konuşabiliyor olmasına hiç şaşırmadım. Çünkü ısırılarak koparılmış bacağını bulmak daha önemliydi o anda, belki şu içinde bulunduğumuz anda da. Yani senin bu satırları okuduğun anda. Hala acıyla konuşuyordu ama kayda değer bir bilgi verdiği yoktu. Saklıyor olabilir miydi? "Kayıp Bacağın Sembolü" adlı öykümü tamamlamam için bu bilgiye ihtiyacım vardı. Ondan sonra suyuna çorba yapabilirdim.

***************************

Brotherhood: Hepimizin bağırsakları var; ince, kalın, uzun, kısa, dolu, boş. Boylu boyunca yatarken karyolada güzel bir kadın, bağırsakları olması ona hiç yakışmıyor. En azından kalın bağırsaklarından vazgeçebilir. Sindirim sistemini çekip alıyorum uyurken sessizce. Tertemiz, yeni yıkanmış beyaz çarşaflar kan ve bok içinde kalıyor. Hala uyuyor ya da ölüyor. Açlık çekmeyecek artık. Ama bunun sebebinin ölmüş olmasından kaynaklandığından şüpheleniyorum yine de.

**********************************

Milyonlarca kişi seni gömmek için toplanmıştı. Orada olmalıydın.

**********************************

"Godot" dedim, "kap bana bir 2000 Real'den" dedim. Gelmedi; bilemezdim. Söylemediler. "Reyonları seyrederken kendinden geçmiş, o yüzden artık gelemez, hiç gelmeyecek" dediler.

**********************************

Belden aşağısı olmayan bir hemşireyi kitaplığın üst rafına oturtmuşlar. Upuzun bir pantolon alttaki rafa kadar sarkmış; içinde bacak yok. Karşıya doğru bakıyor hemşire. Bir biblo bu. Ya da biblo taklidi yapan minik boyutlu bir insan. Bacakları yok ama paçalarına tutturulmuş topuklu, kırmızı-siyah ayakkabıları var. Bacakları olmadığı halde ayakları olabilir mi? Düşüyor biblo sıkıntıyla verdiğim nefesimin etkisiyle, mausumunun yanına masumca. Parça parça oluyor, kan sızıyor çatlaklarının arasından. Artık bacaklarının olmamasının bir anlamı yok. Buna üzülmek de anlamsız artık. Bir insandı belki, bu yüzden de ölümüne üzülmek daha üstlerdeki bir seçenek. Topuklu pabuçları sanki hala kadınsılığını haykırmakta. Nazik bedeninin parça parça olmasını gölgelemekte. Zehirli, kötücül nefesim artık onu da çürütecek bu insan eli değmemiş çorak cangılda.

***************************************

Kütüphanedeyiz. Sessizlik, sessizlik, horror, horror… Sanki hepimiz sağır ve dilsiziz. Karşı masadan biri, elindeki bombayı gösterip sessiz bir kahkaha atıyor. Bir rüyadayım sanki. Hâlbuki her şey gerçek. Başkalarının gerçeği. Uyum sağlayamadığım gerçek, reddettiğim gerçek. Neden böylesine coşkuluyum, mutluyum? X, Y, Z… X yatay ölüler, Y dikey diriler, Z ise…