28 Eylül 2022 Çarşamba

MONSTER

  BANA BENDEN BAHSET

Sanırım 1993 yazıydı. K.Çekmece istasyonundan trene bindi. Bakırköy’e gidiyor. Dil öğrenecek. İsteksizce etrafına bakınıyor. Boş yerler var. Kendine benzeyen bir çocuk kucağında oyuncak köpeği, ona bakıyor. “Köpeğim” diye mırıldanıyor. 70’ler olmalıydı; bu trenlerin o zamanki hali gibi genç ve yavru bir köpek. 

Trenin paslı ve bol gözenekli metal derisi insanları sıcaktan korumaya yetmiyor. Bir cüce satıcı dirsek atarak gencimize, trenin ortasına kadar süzülüyor. Uzun sakalları neredeyse yere değecek. Jilet satıyor. Oturduğu yerde uyuklamakta olan köse bir adamın kulağının dibinde bas bas bağırıyor, ‘jilet’ diye.

Sıcak. Sarı çöl kumunda sürünen bir yılan gibi, tren ağır ağır ilerliyor raylarda. Beyaz saçlı, kör ve yaşlı adam, koluna girdiği kadının kulağına fısıldıyor: “Zaman ağır yaralı ve kanı akmakta hala. Bu yüzden her şey yavaş. Burada bir şey oluyor ama kimse farkında değil. Hayat herkese eşit fırsat sunuyor.”

Bir akbaba süzülüyor gökyüzünde. Çok tuhaf. Şaşkınlıkla bakıyor gencimiz gökyüzüne. Sanki göz kırpıyor gencimize akbaba uzaklaşırken. Köpekli çocuk da göz kırpıyor kendine sırıtarak, nedense.

Sonra çocuk parmağıyla dışarıyı işaret ediyor gencimize. Karaltılar var, birileri. Israrla kolunu sallıyor çocuk; sanki “trenden atla ve ne olduğunu anla” der gibi. “Çocukluğum…” diye mırıldanıyor. Gencimiz  trenden atlayacak ve atladı.

Kuru Otlar Üstüne yuvarlanan gencimiz küçük ağrılarla atlatır bu tehlikeli atlayışı ve doğrulur. Parlayan çelik raylar ile üstüne itina ile dizilmiş küflü ve nemli tahtaların çelişkili görünüşüne bakar bir süre. Nerede olduğunu anlamaya çalışır. Uzaklarda silik bir duman yükselmektedir gökyüzüne, nedense. Biraz uzakta yaşlı, çok yaşlı bir adam mezar kazmaktadır; onun kadar yaşlı köpeğinin sadık ve sabırlı bekleyişi altında. 

Sıcak, güneş, ter, sıkıntı. Yaşlı adam cüzamlıdır. 3 metre yanında 50 yaşlarında bir adam yatmaktadır yerde. Elleri ve ayakları bağlı olduğu halde ve bağırmaktadır. Gencimiz bir an şaşırır onu bu kadar geç fark ettiğine. Kendine benzemektedir, kendi yaşlı hali gibidir.

Yaşlı adam ve yaşlı köpeği umursamaz onları, ağır ağır kazmaya devam etmektedir. 

- Niye bana benziyorsun? Neden buradasın? Bütün bunların anlamı ne?

- Sen bensin.

- Ne? Nasıl? Kötü roman karakterleri gibi hemen konuya girdik; böyle olmamalıydı ama neyse. Hangi yıldayız?

- 2023. Bu bunak gelecekten geliyormuş. O da biziz. Geçmişe gelip beni kaçırdı, ikna etti. Cüzamlı bir hayat yaşamamak için beni öldürmek istiyor herhalde. Benim ölümüm daha sonra ki hayatının yaşanmaması anlamına geliyor olmalı. Senin buraya gelmen tesadüf olamaz. İlahi adalet. Kaderi değiştiremezsin. Onu sen engelleyeceksin.

- Belki doğru olanı yapıyordur. Böyle bir hayat yaşamak istemeyiz, kim bilir.

- Ben ölmek istemiyorum.

- Böyle mi yaşamak istiyorsun

- Ölmemize izin verme. Nasıl bir hayat yaşadığını merak etmiyor musun?

- Seni böyle kaypak ve kılıksız görünce, pek de merak etmiyorum.

İştahla kazıyor yaşlı adam, yavaşlığına inat. Bir 2000 yakıp onu seyretmeye koyuldu gencimiz. Köpeğin başını okşuyor.

- Köpekleri hep sevdik, öyle değil mi?

Başını sallıyor yaşlı adam, gülümsüyor. Kazmaya devam ediyor.





14 Ağustos 2022 Pazar

SANIRIM

 

SANIRIM

 

Onu gördüğüm halde gaz kesmiyordum. Yan yoldan hızla geldiğine bakılırsa, sanırım o da kesmiyordu. Aynı hızla birbirimize doğru yaklaşıyorduk. Az sonra kesişecek iki çizgi kadar değersiz, sonsuz uzayda bir yer kaplamanın verdiği tedirgin edici rahatlıkla ilerliyorduk. İbrem 150’yi gösteriyordu. O biraz yavaşlasa ya da hızlansa bu çarpışma –kesişme- hiç gerçekleşmeyecekti. Dünyanın yuvarlaklığı bizi bir kez daha karşı karşıya getirir miydi bilmiyorduk? Bilmiyor muyduk? O da mı aynı şeyleri düşünüyordu.

 

Bir ambulans, bir sedye, bir ceset torbası. İlerde sessizce ağlayan bir köylü kadın. Duvarla bir olmuş arabanın dumanı üstünde dans eden bir kız çocuğu. İsa’ya da aynı şekilde göründüğünü müjdeliyor ölmeden az önce.

 

Bodruma sıkışmış bir güvercin. Dışarıda bekleyen bir kartal. Tepeleme kar. Karlı dar yolda, karanlıkta bir palyaço cenazesi taşıyan adamlar. Arkalarında meşaleli gençler, ağlayan kadınlar, çocuklar. Daha arkada sirk çalışanları, hayvanları, parayla tutulmuş ağlama taklidi yapan pantomimciler. Havada uçuşan market poşetleri, tedavülden kalkmış kâğıt paralar ve akbabalar. Mezarlıkta pusu kurmuş kurtlar. Karın beyazlığını gölgeleyen sis. Göz gözü görmez his, sis içinde yuvalanan. Bu siz değildiniz.

 

Sobayı yakamadığı için üşüyen bir çocuk. Dışarıda bekleyen bir kartal. Duvarlar, reyonlar tepeleme ürün. Hayal ürünü bütün bunlar. Hayal ürününe yabancılaşan işçi. Emekliliği boyunca da emekleyip duracak, aşamadığı yabancılığı aşmak adına.

 

Dörtnala koşan safkan, sahipsiz atlar. Az ileride bacasından duman, insan, sıcak yeni kesilmiş hayvan tüten mezbaha. İçinde sigara içip bekleşen kasaplar. Hayal ürünü bütün bunlar. Ete yabancılaşan, tiksinen bir kasap kendini çiçeğe, böceğe vermekte. Kırlarda delice koşmayı düşlemekte, karlar eridiğinde.

 

Karlı, kanlı bayram. El öpen çocuklar, kıç yalayan büyükler. Topallayan, yaşlı bir kadın el öptürmeye direnmekte. Sonra dayanamayıp tedavülden kalkmış paraları çocuklara doğru saçıyor. Havada uçuşan market poşetleri, tedavülden kalkmış kâğıt paralar ve akbabalar. Toprağa verilen cenaze. Ağaçların arkasında gizlenmiş kederli, tedirgin bir ölü sevici. Altın diş avcıları, akbabalar ve kurtlar ateşin etrafında ısınmakta. Karanlık, daha koyu karanlık beklenmekte. “Mezarlık bir karnaval yerine döner geceleri” diye fısıldıyor ölü sevici, yetiştirmekte olduğu gence. “Bizim meslek de ölmekte”. Sigorta, yol, yemek ve eğlence dahil, gencin gözü başka işlerde.

 

Yeni ölen palyaçonun kılığına giren binlerce insan ve sayıları katlanarak artmakta. Aynı yüzler, aynı hevesler. İnsan kendine yabancılaşmakta. Aynı kederli zorlama karnaval. Güldürecek insan kalmaması. Bolluk, bereket, refah. Bir palyaço ordusu. Milyonlarca palyaço birbirlerini güldürmeye çabalamakta. Aynı şeyi seyreden, aynı şeylere sevinen, aynı anda uyuyup aynı anda sevişenler.

 

Sigara içip sahipsiz atları bekleyen kasaplar. Sise karışan, yükselemeyen nikotin yüklü duman. Aylar önce yerlerde kuruyan kan, yer yer. Kanı koklayan mezbaha köpekleri. Sessizliğe ve sıkıntıya dayanamayıp çıldıran kasabın, köpeklerden birini doğraması üzerine ortama yayılan geçici bir coşku ve heyecan.

 

Ceset torbasından çıkmaya çalışan bir adam. Sanki az önce şefkatli ve sıcak bir peygamber eli kendine dokunmuş gibi şaşkın, ürkek. Yakaları kirden kayış gibi olmuş, iğreti bir ceket üstünde. Karlı dar yoldan geçip giden cenazeden kalan ayak izlerini takip ediyor. Sendeleyerek yürümekte, kanı akmakta. Dişleri için vurulmuş bir fil gibi, mezarlığa varmaya çalışmakta. Orada onu iyi yürekli ölü seviciler beklemekte. Kasaplar atları beklemekte. Kartal güvercini beklemekte. Palyaçolar ölen palyaçoyu beklemekte.

 

Kasabayı dört yandan çevreleyen, ayna kaplı uzun duvarlar. Duvarların ardında ayna insanları. İki taraf da diğer tarafı arzulamakta. Pencereden bakan birinin yüzüne çarpan, içinde kendinden de bir tane olan, aynı anda aynı hareketi yapan ayna insanın da içinde olduğu delirtici manzara.

 

Bir katil hırsızlık yapmaz. Sınıf atlamıştır; aşmıştır. Can alan mal almaz artık. Sonra derisi yüzülmüş bir ata sarılıp ağlar. Kar altında filizlenmeye çalışan mayına basmıştır katil, mezbahaya doğru çılgınca koşarken. Bilinci paramparça olmuştur. Peşinden kurbanına, palyaçoya, mezarlığa koşar. İğreti ceketli adam mezarlığa varamadan ölmüştür. Üstünden bir Uzun 2000 paketi çıkar. Bir tane yakıp düşünür katil. Sonra kaldığı yerden devam eder. Mezarı açar. Ağaçların ardına gizlenmiş ölü seviciler ortaya çıkarlar. Kar altındaki köydeki bir kulübede bir kadın soyunur. Katilini umutsuzca bekler. Kimse gelmez. Giyinir kadın. Dışarıda, kulübenin duvarının dibinde, kan dökmeyi beceremeyen bir meczup sessizce gözyaşı döker.

 

Kış güneşi. Karlar erimeye yüz tutar. Büyü bozulur. Bizi çevreleyen, örten, koruyan şey yitip gider, dağılır güneşin altında. Sonra kanlı bir bereket. Yeni kesilmiş atların kesik, sıcak bedenlerinden yükselen duman, keyifle sigara içen kasapların dumanına karışır. Bir kasap, sefertasında dün kestiği koyunun etini yemekte. Kasaplardan biri atlardan birini oğlu için ayırıyor. Atı okşuyor, öpüyor ve ayırıyor. Sonra diğerlerini kesmelerine yardım ediyor. Dört tarafı kan bir kulübede, kasabın oğlu pencereden dışarıyı seyrediyor. Bacakları yok. Bir mucize olsun istiyor. Ölmüş annesini özlüyor. Az öteye bir göktaşı düşsün, bütün çocukların anneleri ölsün istiyor.

 

Dışarı çıkmayı başaran güvercin, kartala yem olur. Hortlayan palyaço, milyonlarca benzerini örgütleyip ortalığı kana bular, kahkahalar eşliğinde. Karanlık hüküm sürer dört bir yanda. Kasabanın uzun duvarlarındaki sırla kaplı aynalarda kendilerine bakmaya utanan insanlar hızla artar. Duvarlar yıkılır sonra. Ayna halkı katledilir. Sır kalmaz.

 

Bütün evrende hakkında konuşulanları bilse insan dayanamaz, çıldırır. Bizi çevreleyen her şeye, gökyüzüne, evrene kayıtsız kalmak anlamına gelir; keyiflenmek, eğlenmek, gülmek, sohbet etmek. Kayıtsız kalarak hayatı katlanılır kıldığımızı sanırız. Oysa kaçırılan şey ne büyüktür. Kayıtsız kalmak, her şeyden gönüllü vazgeçmek anlamına gelir. Duyarsızlaşmak, gözlerini dağlamak, dilini kesmek, kulaklarını kapatmak anlamına gelir. Ama öbür türlü de insan dayanamayacağı, kaldıramayacağını düşündüğü bir yükü sırtlamak istemez, kaçar. Korkarak kapılarını kapar. Oysa dışarıda beyaz, şeffaf kanatlarını açmış bir Burak uçmaya hazır seni beklemekte. Aç kapıları, korkma. Hazırsın artık. Bölgeden çıkabilirsin.