SANIRIM
Onu gördüğüm halde gaz
kesmiyordum. Yan yoldan hızla geldiğine bakılırsa, sanırım o da kesmiyordu.
Aynı hızla birbirimize doğru yaklaşıyorduk. Az sonra kesişecek iki çizgi kadar
değersiz, sonsuz uzayda bir yer kaplamanın verdiği tedirgin edici rahatlıkla
ilerliyorduk. İbrem 150’yi gösteriyordu. O biraz yavaşlasa ya da hızlansa bu
çarpışma –kesişme- hiç gerçekleşmeyecekti. Dünyanın yuvarlaklığı bizi bir kez
daha karşı karşıya getirir miydi bilmiyorduk? Bilmiyor muyduk? O da mı aynı
şeyleri düşünüyordu.
Bir ambulans, bir sedye, bir
ceset torbası. İlerde sessizce ağlayan bir köylü kadın. Duvarla bir olmuş
arabanın dumanı üstünde dans eden bir kız çocuğu. İsa’ya da aynı şekilde
göründüğünü müjdeliyor ölmeden az önce.
Bodruma sıkışmış bir güvercin.
Dışarıda bekleyen bir kartal. Tepeleme kar. Karlı dar yolda, karanlıkta bir
palyaço cenazesi taşıyan adamlar. Arkalarında meşaleli gençler, ağlayan
kadınlar, çocuklar. Daha arkada sirk çalışanları, hayvanları, parayla tutulmuş
ağlama taklidi yapan pantomimciler. Havada uçuşan market poşetleri, tedavülden
kalkmış kâğıt paralar ve akbabalar. Mezarlıkta pusu kurmuş kurtlar. Karın
beyazlığını gölgeleyen sis. Göz gözü görmez his, sis içinde yuvalanan. Bu siz
değildiniz.
Sobayı yakamadığı için üşüyen
bir çocuk. Dışarıda bekleyen bir kartal. Duvarlar, reyonlar tepeleme ürün.
Hayal ürünü bütün bunlar. Hayal ürününe yabancılaşan işçi. Emekliliği boyunca
da emekleyip duracak, aşamadığı yabancılığı aşmak adına.
Dörtnala koşan safkan, sahipsiz
atlar. Az ileride bacasından duman, insan, sıcak yeni kesilmiş hayvan tüten
mezbaha. İçinde sigara içip bekleşen kasaplar. Hayal ürünü bütün bunlar. Ete
yabancılaşan, tiksinen bir kasap kendini çiçeğe, böceğe vermekte. Kırlarda
delice koşmayı düşlemekte, karlar eridiğinde.
Karlı, kanlı bayram. El öpen
çocuklar, kıç yalayan büyükler. Topallayan, yaşlı bir kadın el öptürmeye
direnmekte. Sonra dayanamayıp tedavülden kalkmış paraları çocuklara doğru
saçıyor. Havada uçuşan market poşetleri, tedavülden kalkmış kâğıt paralar ve
akbabalar. Toprağa verilen cenaze. Ağaçların arkasında gizlenmiş kederli,
tedirgin bir ölü sevici. Altın diş avcıları, akbabalar ve kurtlar ateşin
etrafında ısınmakta. Karanlık, daha koyu karanlık beklenmekte. “Mezarlık bir
karnaval yerine döner geceleri” diye fısıldıyor ölü sevici, yetiştirmekte olduğu
gence. “Bizim meslek de ölmekte”. Sigorta, yol, yemek ve eğlence dahil, gencin
gözü başka işlerde.
Yeni ölen palyaçonun kılığına
giren binlerce insan ve sayıları katlanarak artmakta. Aynı yüzler, aynı
hevesler. İnsan kendine yabancılaşmakta. Aynı kederli zorlama karnaval.
Güldürecek insan kalmaması. Bolluk, bereket, refah. Bir palyaço ordusu.
Milyonlarca palyaço birbirlerini güldürmeye çabalamakta. Aynı şeyi seyreden,
aynı şeylere sevinen, aynı anda uyuyup aynı anda sevişenler.
Sigara içip sahipsiz atları
bekleyen kasaplar. Sise karışan, yükselemeyen nikotin yüklü duman. Aylar önce
yerlerde kuruyan kan, yer yer. Kanı koklayan mezbaha köpekleri. Sessizliğe ve
sıkıntıya dayanamayıp çıldıran kasabın, köpeklerden birini doğraması üzerine
ortama yayılan geçici bir coşku ve heyecan.
Ceset torbasından çıkmaya
çalışan bir adam. Sanki az önce şefkatli ve sıcak bir peygamber eli kendine
dokunmuş gibi şaşkın, ürkek. Yakaları kirden kayış gibi olmuş, iğreti bir ceket
üstünde. Karlı dar yoldan geçip giden cenazeden kalan ayak izlerini takip
ediyor. Sendeleyerek yürümekte, kanı akmakta. Dişleri için vurulmuş bir fil
gibi, mezarlığa varmaya çalışmakta. Orada onu iyi yürekli ölü seviciler
beklemekte. Kasaplar atları beklemekte. Kartal güvercini beklemekte. Palyaçolar
ölen palyaçoyu beklemekte.
Kasabayı dört yandan
çevreleyen, ayna kaplı uzun duvarlar. Duvarların ardında ayna insanları. İki
taraf da diğer tarafı arzulamakta. Pencereden bakan birinin yüzüne çarpan,
içinde kendinden de bir tane olan, aynı anda aynı hareketi yapan ayna insanın
da içinde olduğu delirtici manzara.
Bir katil hırsızlık yapmaz.
Sınıf atlamıştır; aşmıştır. Can alan mal almaz artık. Sonra derisi yüzülmüş bir
ata sarılıp ağlar. Kar altında filizlenmeye çalışan mayına basmıştır katil,
mezbahaya doğru çılgınca koşarken. Bilinci paramparça olmuştur. Peşinden
kurbanına, palyaçoya, mezarlığa koşar. İğreti ceketli adam mezarlığa varamadan
ölmüştür. Üstünden bir Uzun 2000 paketi çıkar. Bir tane yakıp düşünür katil.
Sonra kaldığı yerden devam eder. Mezarı açar. Ağaçların ardına gizlenmiş ölü
seviciler ortaya çıkarlar. Kar altındaki köydeki bir kulübede bir kadın
soyunur. Katilini umutsuzca bekler. Kimse gelmez. Giyinir kadın. Dışarıda,
kulübenin duvarının dibinde, kan dökmeyi beceremeyen bir meczup sessizce
gözyaşı döker.
Kış güneşi. Karlar erimeye yüz
tutar. Büyü bozulur. Bizi çevreleyen, örten, koruyan şey yitip gider, dağılır
güneşin altında. Sonra kanlı bir bereket. Yeni kesilmiş atların kesik, sıcak
bedenlerinden yükselen duman, keyifle sigara içen kasapların dumanına karışır.
Bir kasap, sefertasında dün kestiği koyunun etini yemekte. Kasaplardan biri
atlardan birini oğlu için ayırıyor. Atı okşuyor, öpüyor ve ayırıyor. Sonra
diğerlerini kesmelerine yardım ediyor. Dört tarafı kan bir kulübede, kasabın
oğlu pencereden dışarıyı seyrediyor. Bacakları yok. Bir mucize olsun istiyor.
Ölmüş annesini özlüyor. Az öteye bir göktaşı düşsün, bütün çocukların anneleri
ölsün istiyor.
Dışarı çıkmayı başaran
güvercin, kartala yem olur. Hortlayan palyaço, milyonlarca benzerini örgütleyip
ortalığı kana bular, kahkahalar eşliğinde. Karanlık hüküm sürer dört bir yanda.
Kasabanın uzun duvarlarındaki sırla kaplı aynalarda kendilerine bakmaya utanan
insanlar hızla artar. Duvarlar yıkılır sonra. Ayna halkı katledilir. Sır kalmaz.
Bütün evrende hakkında
konuşulanları bilse insan dayanamaz, çıldırır. Bizi çevreleyen her şeye,
gökyüzüne, evrene kayıtsız kalmak anlamına gelir; keyiflenmek, eğlenmek,
gülmek, sohbet etmek. Kayıtsız kalarak hayatı katlanılır kıldığımızı sanırız. Oysa
kaçırılan şey ne büyüktür. Kayıtsız kalmak, her şeyden gönüllü vazgeçmek
anlamına gelir. Duyarsızlaşmak, gözlerini dağlamak, dilini kesmek, kulaklarını
kapatmak anlamına gelir. Ama öbür türlü de insan dayanamayacağı,
kaldıramayacağını düşündüğü bir yükü sırtlamak istemez, kaçar. Korkarak
kapılarını kapar. Oysa dışarıda beyaz, şeffaf kanatlarını açmış bir Burak
uçmaya hazır seni beklemekte. Aç kapıları, korkma. Hazırsın artık. Bölgeden
çıkabilirsin.