25 Ocak 2017 Çarşamba

YAVRUSUNU YİYEN KUŞ

Sahtekar. Kesmeşekeri ikiye bölen. Kalpazan. Madeni parayı dişiyle bükebilen. Kalleş. (Judas) İsa'yı ispiyonlayan, şeytan ve cinlerle musallat edilen. Traveternlerden düşmüş ölü bir kızı gömdük. Çok eğlenceliydi. Düştüğünde ölmüştü. Pamukkalede pamuk şekeri yerken boğulduğunu açıkladı adli tıp. Otopsiye ben de girmek istememe rağmen bırakmadılar. İki görevliyi etkisiz hale getirip içeri girmeyi başarsam da o bölüme girmeye cesaret edemedim. Kesik bir kafanın boyun kısmında pamuk şekerciklerini ayıklayan çatlak bir doktor kafamda gezindi durdu. Sonra beni yakalayıp uzun beyaz bir gömlek giydirdiler. Sünnet olurken bunlardan bir tane giymiştim. Altımda don da yoktu ki o zaman, bu zaten prosedür gereği imişmiş. Akıl hastanesine kapatılmamın akabinde deli taklidi yapmakta epey zorlandım. Bütün deliler akıllı taklidi yapmaya çalışırken bu oldukça zordu. Kafamı usturaya vurdular. Buraya bu şekilde gelmem Fenere gelen Roberto Carlos etkisi yaptı. Orta yaş güzeli ve bunalımı güzel ve asabi hemşire Jennifer bize çok çektiriyor. O'na Baudrillard'dan bahsettim. Meşhur simülasyon kuramından. ''Sen tam bir delisin'' dedi. Bu hoşuma gitti. Demek ki numaram tutacak. Bir gün sonra bu simülasyon kuramını biraz daha açmamı istedi. Tedirgin oldum. Açıkçası çok şey bilmiyordum ve anlattıklarımın yarısı sallamasyondu. Ama bildiklerimi ve bilmediklerimi ustaca kaynaştırmayı başardım. Nihayetinde benim diğerlerilerinden ayrı bir bölümde, en azılıların arasında kalmam gerektiğine hükmetti. Bunu beklemiyordum... (go on man) ********************************************************************************* ''Elektrik telleri yazın genleşir ve uzar'' derdi elektrik hocamız. ''bundandır o güzel yaz günlerinin sıcağında hafif sarkmaları.'' Hocamızın rakı saati gelmişti, bir an masanın altına girip bir fırt çekip devam etti: ''Kışın ise soğuktan sıkılaşır ve kısalır ki, karlı kış gecelerinde sobalı evlerimizde kestane patlatırken bu sıkılaşma ve kısalma daha bir seyredilir olur.'' Tekrar masa altı ve bir fırt daha. Aynı anda ben de sıranın altına sinip kanyağımdan bir fırt çekiyorum. Lise hayatı devam edip gidiyordu bu şekilde. Bunu Beklemiyorduk: Mumları üflemişti ki, ki 30 küsur mum bir anda sönüverince nefesinin ne kadar kuvvetli olduğundan bahsedip gülüşmüştük. İçeri O girdi. Pastayı kesmek isteyen kızı yana ittirip cebinden bir ustura çıkardı. Küçük, güzel bir dilim kesip, doğum gününü kutladığımız arkadaşa yedirdi. Pasta, arkadaşımızın dilinde yumuşacık, nefis bir etki bırakıp mideye inmek üzereyken, yeni gelen arkadaş bu eyleme izin vermeyip, elindeki usturayla doğum günü adamımızın gırtlağını kesiverdi. Kanla karışık, çiğnenmiş pasta karşısında durmakta olan sevgilisinin yüzüne sıvandı. Şok ve dehşet içindeydik. (İlham'ın alındığı yer: 'Eastern Promises') ........................... Serhan Ada: 2000 yılında Jean Nouvel’la yaptığınız röportajda Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kuleleri için: “New York’un ruhunu en radikal biçim: dikey formda yansıttıyor, kuleler iki delikli kart (punch tape) gibi gözüküyor, birbirlerinin klonları. Şehrin bittiği yer ama çok iyi bir son oluşturuyor. Mimarisi hem bitiş olduğunu hem de bitişin başarıyla sonuçlandığını söylüyor.” demiştiniz. O zaman mimari çevrelerin buna tepkisi nasıl oldu? ............................ http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=13491 J.Baudrillard bu tuhaf ve karanlık yorumu, kuleler indirilmeden önce yapıyor, 2000 yılında. ********************************* ............................ 5. Sonra Lyotard'ın, ressam Monory için yazdığı bir yazıda, 'modern özne' ile 'temsil' fikrine yönelik eleştirisini dile getirirken kullandığı bir Borges öyküsüne geçer. Bu öyküde şöyle bir olay anlatılmaktadır: " Aynaların dünyası ile insanların dünyasının birbirlerinden ayrı, bölünmüş olmadığı bir çağda, bir gece, ayna halkı dünyayı işgal eder. Çıkan savaşın sonunda, Sarı Sultan'ın büyü gücü sayesinde ayna halkı alt edilir. Sarı Sultan, işgalcileri aynalara hapsedip, bundan böyle insanların hareketlerini taklit etmekle cezalandırır. Artık ayna halkı, insanların kölesi, yansımalardır. Ama bir gün gelecek, büyü bozulup, ayna halkı da özgürlüğüne kavuşacaktır" ............................... ************************************************* **************************************** Yüksek sesle sert müzik dinlemekten, çocuk denilebilecek yaşta, kulak kiri basmıştı beyninin her yanını ve bu O’nu gerçek anlamda hasta etmişti. 3 gün yattıktan sonra bir KBB’cıya gitmeyi akıl etti. Bir gün önce annesi Yenimahalle Sigorta Hastanesine götürmüştü ama o kadar kalabalıktı ki annesini geride bırakıp eve kaçmıştı. Dışarıda pek fazla duramıyor, bunalıyordu. Açık hava hiç yaramıyordu. Güneş, tatlı rüzgâr, denizin parıltısı ve daha birçok insana yaşama sevinci veren şey… Trende gerisin geri dönerken Pink Floyd’un birkaç parçasını tekrar dinlemek için yanıp tutuşuyordu. Daha 15 yaşındaydı, bol sivilceli, kısa boylu, sevimsiz bir çocuk. Bol kompleks, bol nefretin içinde bir tatlı kaşığı sevgi serpiştirilmiş, bir tatlı kaşığı. Pek konuşmazdı, isteseydi de O’nun konuşmak isteyeceği şeyleri konuşmak isteyen, bilen birileri hiç etrafında olmadı. Mezarlıklara gitmeyi, orada mırıldanmayı severdi. Özellikle yağmurlu, soğuk akşamüstleri, akşam ezanı okunmaya yakın. Kimsenin dışarı çıkamadığı karlı bir akşamüstü –şu meşhur 87 İstanbul kışı- 20 dakikalık yol yürüyüp, walkmanında Doors –Riders On The Storm- mezarlığa bembeyaz ulaşmış, ağlayarak tuhaf, belki de değersiz sırlarını 32 yaşında ölen bir kadının mezarına çöküp anlatmış, anlattıkça kendinden geçmişti. Kolları dirseklerine kadar kadının yattığı toprağa gömülü olduğu halde kendine gelmişti. Biraz daha öyle dursaydı tatlı bir ölüm O’nu bekliyor olacaktı. Ölmek için daha güzel bir zaman ve mekân olamazdı belki de. KBB’cı hala kulakları temizliyor, bu kadar uzun süreceğini düşünmüyordu. — Hiç bu kadar kulak kiri görmemiştim daha önce. — Meslek yaşantınız boyunca, burada mı? Buraya gelmeye parası yetmeyenlerin arasından yüzlercesi çıkar. — Beni onlara götürür müsün? — Bu bir dönüşümün işareti ise, evet. — Evet, bu bir dönüşümün işareti. O önlerinde, doktor ve asistanı çamurlu ve dar sokaklara daldılar. Tuhaf, tatlı ve terletici bir yokuş onları bekliyordu. Yokuşu adımladıkça, yol daha bir daralıyor, umutlar azalıyor, yorgunluk artıyor ve boğucu bir ter kokusu havaya yayılıyordu. Havayı dağıtmak adına doktor kulağına bir şey fısıldadı: ‘‘Sana bir meslek sırrı vereyim. Barış Manço’nun niye saçları uzun? Çünkü kulakları yok.’’ Doktor yokuşun yarısına kadar dayanabilmiş, kafayı yemişti. Asistan kız ise çoktan sıvışmıştı. Gizli bir el, kulak kirlerine dokunulmasını istemiyordu. Doktor sırılsıklam kaldırıma çöküp bir Kent yaktı. İki nefes çekip mırıldandı: ‘’Beni buraya göm. İleri gidemezsem, geri de dönemem. Beni Araf’ta canlı bırakma. Beni bu serum lastiğiyle boğ ve buraya göm.’’ Çok sıcaktı ve doktorun kulakları akıyordu. Balmumu kıvamında kulak kiri ve bütün temizlediği kulakların kiri akmaya başlamıştı yokuştan aşağı doğru. Kaçabilen canını kurtarıyordu. Artık nefes almıyordu. Gözlerini kapatarak dudağındaki kaliteli sigarayı alıp birkaç nefes çekti. Sanki artık her şey daha bir katlanılırdı. Tepeye varabilirse O’nu bir aşk caddesi, caddenin en güzel yerinde de bir Whisky Bar bekliyor olacaktı. (Not to touch the Earth) Kafayı yemiş manyak adamların ve onların koltuk altlarına girmiş zeki ve güzel kızların arasından sıyrılıp sahneye doğru yaklaştı. Kendinden geçmiş genç bir adam şarkı söylüyordu: Kertenkele Kral. Ucla Sinema Okulundan mezun olmuştu ve okul arkadaşları Coppola ve Lucas gibi yönetmen olmayı seçmemişti. O’nu gördüğüne hala inanamıyordu. Kulaklarında ‘‘Summer’s Almost Gone’’ın tatlı melodisi, gözlerini tuhaf bir beyazlığa açtı birdenbire. Soğuktan titremesine rağmen içine ılık bir yaşama isteği akıyor, bu da O’nu şimdilik canlı tutuyordu. Genç yaşta ölmüş kadının mezarına kapaklanmış bir halde gözlerini açtığında bunlar oluyordu dünyasında. Ve yaşadıklarını paylaşacak birileri yoktu henüz etrafında. Bir İspanyol karavanında, yaşlı bir ayyaşın güzel karısının kollarında aşkı ve coşkuyu düşlerken yaşlanmak ve iki onyıl sonra karavandan çıkıp aynı mezarlığa dönmek ve karavandaki o güzel kadını o kapaklandığı mezarda yatıyor bulmak kadar da acı verici bir şey olamazdı belki de. *************************************************************** *****************************************

Hiç yorum yok: