1 Şubat 2017 Çarşamba

MUTSUZ KIZ

DIŞ SONRA İÇ 16:00 BEN-TEYZE-ÇOCUK (ÜÇ MAYMUN) SSK Samatya’da yatmakta/ölmekte olan halamı ziyaret etmek için trene bindim. Sorumluluk almaktan, akraba, arkadaş ziyaretlerinden hep kaçmıştım. Belki de ölmüştü. Ama istasyondan inip ilk sağ yola saptığımda, epey gittikten sonra çıkmaz sokakta olduğumu anlamıştım ve geri dönmeye üşeniyordum. Dar sokak boyunca dizilmiş eğri büğrü yoksul evlerinden birinin kapısını çaldım. Elinde kemirdiği ekmek, kirli yüzlü, belden aşağısı çıplak 5 yaşlarında bir erkek çocuğu kapıyı açtı. İçerde acıyla kıvranmakta olan yaşlı bir kadın vardı. Halama ne de çok benziyordu. ‘‘Geldin mi oğlum?’’ dedi. İlginç olan hiçbir şey yoktu. Bu tek gözlü odada hayatı katlanılır kılacak bir şey arıyordu gözlerim. İçeri gizlice sokmayı düşündüğüm kanyağı çıkarıp ufaklıktan iki tane bardak istedim. Teyze hafiften doğrulup bana dikkatle baktı. ‘‘Sen Kemalettin değilsin’’ dedi. ‘‘Sen de halam değilsin’’ diye karşılık verdim. Gelen yarı kirli yarı temiz bardakları doldurup, teyzeye seslendim: ‘‘hayata ve coşkuya’’ **************************************************************************************************************************************************************************************************** ************************************************************************************************************************************************************************************************ Yazdıklarımın gereğinden fazla kişisel ve değersiz olduğunu düşündüğümden...............utanç içinde, tecrit edilmiş bir yaşam ile mükafatlandırılmama karar verilmiştir. "Her şeyi göstermek ve hiç bir şeyi teyit etmemek" üzerine kurulmuş bir yazınsal, debelenişsel anlatının tüm saç ayaklarını yerden kesmek üzerine, kaleme alınmış bir yazıyla tüm nefret edenlerime veda edeceğim. Uykudan uyandığımda, aslında uyanmadığımı anlamam için uykudan uyanmam gerekiyordu. Bunun için de bir süre daha geçecekti. Bu arada kalan süre, ağrılı bir süreç, 'bilinç'in kendi yapısını yeniden kurması, kurabilmesi için de kendinin farkına varması gerekiyordu. Çok ağrılı bir süreç -kısacık bir zaman dilimi- her saniye vuruşunda biraz daha değerlendiğini anlayacaktı. ************************************************************************************************************************************************************************************************ Hasta köpek. Önünde ölü balık. Yemiyor. Noktalar kısıtlıyor davranışlarını. Hastalık bütün yaşam pınarlarını kurutmuş. Evrene sürgün edilmiş köpek, özlem duydu hep geldiği yere. Tanımlayamasa da sahiplerine. Hiç sahibi olsun istemedi. Uzun süre olmadı da. Bebek sahilinde köpek. Hasta, yorgun ve yaşlı. Önünde ölü balık. Yemiyor. Canlı olmak kısıtlıyor davranışlarını. Canlıya özgü davranışlar onlar oysa. Bankta sakallı adam. Köpeğe bakıp bunları düşünüyor. Oysa bebek parkını hiç görmemiş bile. Ne kadar da çok ‘oysa’ kullanmış. ‘Bir’ kelimesinden nefret eder. Çok kullanmayı acemilik sayar. Şimdiye kadar hiç kullanmadı. En azından bu yazı boyunca. Zengin tombul çocuk kulağında kulaklık ter atıyor. ‘‘Pink Floyd’dan ‘Cirrus Minor’ dinliyor olabilir mi’’ diye düşünmekte, sakalını sıvazlarken. Oysa o parçayı dinlese böyle iştahlı koşamaz, biliyor. Böyle iştahla yeyip, bu kiloları da alamaz belki, bunu da biliyor. Bildikçe acısı artıyor. Oysa yıllar önce bıraktı bilmeyi, okumayı ve hafızasında tutma isteğini. Hasta köpek. Önünde ölü balık. Yemiyor. Patisiyle denize doğru itiyor. Ölü balığın suya düşerken çıkardığı sesi duyamıyor ter atan tombul çocuk. Sakallı adam duyuyor. Acısı artıyor. Köpek ağır adımlarla içeri ağaçlara doğru gidiyor. Sessizce ve kimseye görünmeden kusacak. Sakallı adam da kalkıyor banktan. Ters tarafa doğru yürüyor Bebek sahili boyunca, yüzünde tarifsiz bir keder. Oysa Bebek parkını hiç görmemiş. Ter atan çocuk orada hala ve hissediyor oraya ait olduğunu ve oranın da ona ve onun gibilere ait olduğunu… ************************************************************************************************************************************************************************************************ ************************************************************************************************************************************************************************************************ Sinemaya filmin ortasında girdiğinde karanlıktan anlayamadı önce hiç kimse olmadığını. Cumartesi öğleden sonrası, sıcak bir yaz günü, kendisi hariç herkesin yapacağı çok daha önemli işleri vardı. Kendine çok uzak yerlerde zevkle geçirecekleri zamanlar için o na ihtiyaçları yoktu. Tek başına filmi sonuna kadar seyretti. Jenerikleri sonuna kadar seyretti. Sonraki seyirci için çıkması gerekiyordu. Araya çıktı, kimse yoktu. Koşarak merdivenleri çıkıp gişeye kadar koştu; yine kimse yoktu. Dış büyük siyah kapı kapalıydı. Öfkeyle ve haykırışlarla yumruklamaya başladı kapıyı. Oysa bir sinema koltuğuna gömülüp, yerinden kalkmadan binlerce film seyrederek yaşlanmayı, hatta ölmeyi düşlemiş, bunun için dua ettiği bile olmuştu. Zemine düşen toprak sesi duydu birden. Yukarıda bir yerlerden üstüne toprak atılıyordu. Duası kabul olmuştu. Bu duruma alışması uzun sürecek olsa da, durumu bir süre sonra kabullenecek ve yumuşacık koltuğuna gömülüp kendini makinistin seçtiği birbirinden güzel filmlerin büyülü dünyasına bırakacaktı... ********************************************************************************************************************************************************************************************************************** ************************************************************************************************************************************************************************************************ Kelime dağarcığı darağacında sallanırken, soğuk esen rüzgarın da etkisiyle, kendini çözdürecek kelimeleri bulamıyordu. Erguvan kokulu yelkovanın hızına yetişememesi dehşetle titretti kendini biraz sonra. İstediği kelimelere hala sahip değildi. Bir olay örgüsünü ilmek ilmek dokumada iyice ustalaşmışken boşvermesi, aksine sökücü bir yapıya bürünmesi böbürlendiriyordu da kendini kimi zamanlar. Hızla doğruldu düşüncelere sarmalandığı sıcak yatağından. Sehpasındaki pakete uzanıp bir sigara yaktı. Uyumadan önce yarım bırakdığı çayı bardağından kavrayıp hızla içti. Güne yine güzel bir kahvaltıyla başlamıştı işte yine. ''Yokluğum ne kadar can yakabilir ki'' diye fısıldadı, aynadaki tanıyamadığı aksine. Fısıltısı yankı yapıp kendine bir yabancının ses tonuyla geri döndü. Kişilik bölünmesi, simetriğe yakın beyninin iki lobunu keyifle paylaşmış olmalıydı belki de. Bütün yokluğuna rağmen bir burjuva ya da aristokrat ahlakına sahip olması bir süre gurur dalgası olarak içine yayılıp ısıttı tüm kılcal damarlarını. Olay örgüsünü çözmekle meşguldu. Bizlerden sakladığı olay örgüsünü. Sıkıcı ve berbat bir girişten sonra koridor boyunca gelişme kısmını yaşayacak ve bu deneyimi belki de asla unutmayacaktı. Yol boyunca yerde sürünen yaralı bir adam, kuyruğunu yitirmiş bir kertenkele ile varışa kadar yarışa tutuşmuştu. Adam kanlı elini uzatıp yardım diledi, kertenkeleyi geçmek adına. Ama bunun adil olmadığını hepsi biliyordu. Nemli, yosun tutmuş uzun koridorun duvarlarından, hiç evlenmemiş yaşlı bir kadının gözyaşlarına benzer ılık sıcak damlalar süzülüyordu. Tavandaki uzun ve derin çatlaklardan da aynı damlama diz boyu suya karışırken sessizliği tuhaf bir şekilde bozuyor, kahramanımızın koridor/yol boyunca yaşayacağı ve yaşadığı deneyime renk katıyordu. İnce belli bir kum saatinden hayatı içer gibi tedirgin ve keyifli yolun getirisini düşünmekteydi. Yanından bir stalker'ın kılavuzluğunda bir fizikçi ve bir yazar tartışarak geçerlerken kendisini fark etmemelerine de şaşırıp azıcık da bozuldu. ''Ne olacaksa şimdi olmalı'' diye düşündü. Bir şeyler olmalı mıydı? Işığı gördü ve canı sıkkın çıkıverdi. Güneşli gökyüzünün, yemyeşil bitki örtüsünün ve çağlayan ırmakların olduğu bir yere açılıyordu koridor. Beyaz giysili temiz yüzlü insanlar ellerinde çiçeklerle kendini karşılamak için oradaydılar. Önemsendiğini ilk defa fark etti ve kendine değer verildiğinin. Esmer güzel bir kız elinden tutup onu sürükledi aşkının kalbine giden yolundan. ''Seni bekliyordum'' diye sevgiyle fısıldadı. Elini adamımızın göğsüne sokup, kalbine ve karaciğerine saplanan iki hain kalaşnikof mermisini çıkarıp attı. Bilinçaltından bedenine uzanan tüm koridorlar açılmamak üzere kapandı. Yeni ve uzun bir deneyimin yolları açıldı ayaklarının dibinde. ****************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************** *********************************************************************************************************************************************************************************************** Scattered remains splattered brains “Cennet'ten atılma, aslında sonsuzluktur: Demem o ki, Cennet'ten atılma geri dönüşsüzdür, yeryüzünde yaşamaktan kaçış yoktur, yine de eylemin sonsuzluğu, sürekli Cennet'te kalabilme umudumuzu yenilemekle yetinmez, aynı anda, belki de oradan hiç ayrılmadığımız anlamını da taşır; bunu bilsek de bilmesek de.” F. Kafka İç organlarını yokladı. Çimenli yumuşak toprağa düştüğünü anlayamazdı o an. Ayağa kalktı. Kuşlar vardı, sonra güneş, sıcak ve ağaçlar. Tekti. Bir kitabı okurken ki kadar tek ve yalnız ve mutlu. “Gerçek parçalanamaz ve bu yüzden kendini tanıma olanağından yoksundur; onu tanımak isteyen yalana dönüşmekten gayrsını yapamaz.” F. Kafka Sürgün. Araç trafiğindeki aksamalardan bunalanların atlamak için sıraya girdikleri korkunç yüksek kayalıklar. Sıraya girdi. Birbirlerinden cesaret alıyorlar ve kolayca kendilerini boşluğa bırakıverebiliyorlardı. Arkasında güzel bir kız devamlı ağlıyordu. “Arabamı yeni almıştım. Çok pahalı ve spor bir arabaydı. Şu an burada olmayı istemezdim.” Kıza sarıldı ve şunları fısıldadı: “ Sözcüklerin karmaşasından kurtuluş yolu: Eyleme geçilerek yok edilecek olanın sımsıkı tutulması gerekir; ufak parçalara bölünen dökülür gider, nedir, yok edilemez.” “Bu yaşamdan aldığımız mutluluklar, yaşamın kendi mutlulukları değildir, şu andakinden daha iyice bir yaşama ulaşma korkumuzdan.” F.Kafka 02:54’de kayda/kayalığa girdiler. 02 dakika, 54 saniye sürdü düşmeleri. İç organlarını yokladılar. Çimenli yumuşak toprağa düştüklerini anlayamazlardı o an. Ayağa kalktılar. Kuşlar vardı, sonra güneş, sıcak ve ağaçlar. Çifttiler. Bir kitabın iki yüzünü okurken ki kadar çift ve yalnız ve mutlu. **********************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************************

Hiç yorum yok: