28 Şubat 2017 Salı

ALBATROS

Belediye otobüsünün kalkmasını bekliyoruz. Hava sıcak, yorgun, aç ve kalabalığız. Sanki Gettolara yerleştirilmeyi bekleyen yahudileriz. Birazdan iki nazi askeri gelecek, keyif için birkaçımızı kurşuna dizecekler ve kalanlarımız hayatta kalma savaşı vermeye devam edecek. ***************************************************************************************************************** Otobüse biniyoruz nihayet. Yanımda bir yankesici, bir cüzdan araklamaya çalışmakta. ''Burada daha değerli bir şey var dostum'' diyorum, sırt çantamı göstererek ve ekliyorum: ''seyreltilmiş uranyum.'' ******************** ****************************************************************************************** Bileklerini kesmeye kıyamayan adamın hayatını kurgulamak adına yaptığı tüm karartma geçişleri uzadı zamanla; geçiş olma halinden, tüm karanlığı ile hayatının tamamı haline dönüştü. ''Tek bir aydınlık plan için neler vermezdim'' oldu son sözleri. *********************************************************************************************************** Portakal ağaçları arasında hızla kayboldu. Bileklerini kesmek için kuytu gölgelik bir yer arıyordu. Bulduğunda usturayı açtı. Sol bileğine az batırıp bakındı. Portakal toplayan güzel bir kız kendine bakıp gülümsüyordu. Bu sıcak gülümseme karşısında yeniden doğmuş gibi oldu genç adam. Usturayı arkasına saklayıp kıza gülümsedi. Kız o esrarlı, sıcak gülümsemesini koyulaştırıp elini usulca portakal sepetine attı. Genç adam bir portakal eşliğinde kendine saf bir aşk da sunulacağını düşünürken, kız sepetten çıkarttığı tabancayı ustaca şakağına dayayarak ateşleyiverdi. son üçyüz yıldır insanların içinde yaşadığı toplum tipinin ipliğini pazara süren filozof. gerçi bunun için biraz geç kalmıştır ama artık kendisinin de kokusunu aldığı ama analiz etmeye ömrünün yetmediği, (bkz: deleuze)'un "post****** on control society" makalesinde belirttiği kontrol toplumuna geçmeye başlasak da analizleri hala çok önemli, açıklayıcı ve zihin açıcıdır. foucault'a göre geçtiğimiz üçyüz yıldır disiplin toplumu denilen toplumlarda yaşamaktaydık. disiplin toplumları insanları kapalı mekanlara tıkarak, orada mekana bir düzen içinde yayarak ve zaman dilimlerini düzenleyerek, kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazla üretken bir düzen yaratmaktadır. örneğin birey okula kapatılır, sıralara yayılır ve saat saat yapacakları planlanır. böylece bireyin enerjisinin, kendi doğal yaşamını, duygularını ve arzularını gerçekleştirmek gibi lüzumsuz(!) işlerde heba olması önlenir, bu enerjinin egemenlere harcanması garanti altına alınır. birey hayat boyu başlangıç modelleri hapishane olan bu kapalı mekanlardan birinden çıkıp birine girer (önce "aile", sonra "okul", sonra "kışla", sonra "fabrika", arada bir "hastane", muhtemelen "hapishane", eğer tamamen üretimsiz hale gelmişse "tımarhane"). (milleplateaux, 09.06.2004 12:07 ~ 24.09.2005 15:06 Bu, bu bir ''kaçış hali'' İftar çadırında cinayet. Bedenimi yerleştirebileceğim hayatıma geçici olarak da olsa anlam katabileceğim bir duruş yeri olarak -çıldırmamı geciktirecek bir yer- iftar çadırı kuyruğuna girmeye karar verdim. Sıra bana geldikçe arkalara geçiyordum. Bir çocuk saflığıyla, coşku dolu kıpırdanmalarla kuyruk iyice azalınca fark ettim ki, amaç karın doyurmakmış. Kuyruk bittiğinde tek başıma kalmıştım. Etrafımda benimkine benzer bir amacı benimseyen kimse yoktu. Karaltılar gördüğünü söyledi. Şeffaf retinasının önünde hareketli karaltılar. Uzun, acıtıcı bir iğneyi hakkettiğini hareketlerine yansıtırcasına yaklaşan bir zenci hemşirenin önünde diz çöküp ağlamaya başladı. Korku, tedirginlik, yalnızlık birleşip titremeye dönüştü. Karaltılar tekrar görünür olmuştu. ''İğneyi yiyene kadar da gitmediler'' demiş, eli pek hafif hemşireye. Uyandığında yanında olmayacağım diye bir not iliştirmiş alnına hastamızın sevimli hemşire. Bunun bir açıklaması olmalı. Karaltılar yine çıkacak mı? Artık alıştı ve görmeden duramaz ve istiyor da. Stockholm Sendromu mu yoksa bu, hemşireye karşı hissettikleri? (bu sendroma adını veren olay 1973 yılında stockholm'deki başarısız bir soygun girişimi sonucu ortaya cıkmıştır. kreditbanken isimli bir bankayı soymaya kalkan soyguncular kuşatılınca bankada bulunan 4 kişiyi rehin almışlar ve altı gün boyunca direnmişlerdir. altı günü sonunda polis operasyonu sırasında rehineler kurtarılmaya aktif olarak direnmişlerdir. daha sonra ise soyguncular aleyhine tanıklık etmeyede yanaşmamışlardır hatta para toplayıp savunmalarına yardımcı olmuşlardır. bu olaydan sonra psikolojide benzer rehine-rehinci olaylarındaki yakınlaşmaları tanımlamak için kulanılan bir deyim haline gelmiştir.) ''Sevmek Zamanı'' diye haykırarak içeri girince elinde sevimli iğneyle, hastamızın yüzünde güller açtı yine. Birbirlerine sarıldılar. Bu esnada arkaya doladığı elindeki iğneyi acımadan sapladı adamımıza kahrolası hemşire. ''Aslında gördüğüm bütün karaltılar senden ibaret'' diye fısıldayabildi sadece adamımız, kendinden geçmeden önce. Bir gün sonra yine aynı saat ve dakikalarda, aynı güzel görüntüsü ve iğnesiyle kapıda göründüğünde hemşiremiz, aynı yalancı samimiğiyle yaklaştığında adamımıza, olağandışı birşey oluverdi: Adamımız tombul ve güzel hemşiremizin elinden iğneyi kaptığı gibi hemşirenin öbürüne göre daha güzel olan sol gözüne saplayıverdi, köküne kadar ve zerk etti sevimli sıvıyı aynı kararlılıkla ve fısıldadı tüm sevecenliğiyle: ''Biz biriz artık. Birbirini seven iki ruh, iki beden, aynı şeyleri yaşamalı ve tatmalı bütünleşmek adına. Sen önce benim hissettiklerimi hisset, sonra ben de senin hissettiklerini taklit etmeye çalışırım. Taklit, güzelim.''

Hiç yorum yok: